DOĞUM FEMİNİST BİR MESELEDİR! (*)
(*) Milli Hill (2019) “Give Birth Like a Feminist” kitabının girişinden pasajların kısaltılmış çevirisidir.
Doğrudur; doğum hakkında konuşmak her zaman kolay değil ve feminist meseleleri gündeme getirmek de her zaman kolay değil. Feminizmin aslına ne olduğu tartışanlar da var, ama bana göre tanımı oldukça basit: Feminizm sadece kadınların haksızlığa uğradığını fark etmek ve harekete geçmek demektir. İşte doğumla ilgili sorun da burada yatıyor. Yeterince insan kadınların bu konuda haksızlığa uğradıklarını fark etmiyor ve yeterince insan harekete geçmiyor. Doğum odasındaki muazzam güç dengesizliğine gözlerimizi kapadık ve bir şekilde doğumun doğası gereği tatsız ve onursuz, hatta travmatik, aşağılayıcı ve ihlal edici bir deneyim olduğunu kabul etmeye başladık. Ben size böyle olmak zorunda olmadığını ve feministler olarak bu duruma artık müsamaha göstermememiz gerektiğini anlatmak istiyorum.
Feminizm karmaşık olmak zorunda değil ve dışlayıcı olmak zorunda da değil. Bir feminist gibi doğum yapmak, belirli bir şekilde doğum yapmak anlamına gelmez; tıpkı başka herhangi bir şeyi – kariyer, ilişkiler, ebeveynlik – ‘bir feminist gibi’ yapmanın herkese uyan tek bir yaklaşımı gerektirmemesi gibi. Özel bir hastanede sezaryenden, okyanusta serbest doğuma kadar her ortamda ve her şekilde bir feminist gibi doğum yapabilirsiniz. Gerekli olan tek şey, doğumu bir şekilde başınıza gelen ve üzerinde hiçbir kontrolünüz olmayan bir olay olarak gördüğünüz pasif konumdan çıkmak ve eğer uyanıp, sürücü koltuğuna oturmazsanız bu deneyimde haksızlığa uğrayabileceğinizi anlamanızdır. Sözün özü: Sorumluluk alın, kontrolü elinize alın ve bilinçli seçimler yapın.
Anaakım annelik etkinliklerinde yaptığım konuşmalarda, kadınlara ve eşlerine doğum odasında hakları ve tercih imkanları olduğunu söylediğimde bunun onlara büyük bir aydınlanma gibi gelmesi beni sıklıkla şok ediyor. Pek çok insan, doğum öncesi ve doğum sırasında kendilerini özerk ya da güçlü bir birey gibi hissetmiyor ve doğuma ilişkin kararları etkilemek için yapabilecekleri pek bir şey olduğunu düşünmüyor. Genellikle yanlış bilgilendiriliyorlar ve buna ek olarak bu konuda neredeyse hiç karar hakları olmadığına dair inançları onları daha fazla bilgi edinmekten alıkoyuyor. Hamile çiftlerin büyük bölümü, bu konuda yapılacak seçimlerin çoğunun kendi ellerinde olmadığına inanıyor. Pratik anlamda bu her gün bazı parmakların bu muameleyi reddedebileceklerini bilmeyen kadınların vajinalarına girdiği anlamına gelmekte. Bu nasıl kabul edilebilir? Amacın ‘karar alma’ ve hatta muhtemel bir ‘bilgilendirilmiş ret’ değil, rıza olduğuna dair sessiz bir varsayımla, anneliğe dair en ilerici sohbetlerde bile sürekli olarak ‘bilgilendirilmiş rıza’ kavramı vurgulanmakta. Doğum uzmanları bunu bir fiil olarak kullanıp, kadınlara nasıl rıza verdirdiklerini anlatıyorlar: “Gideceğim ve onun rızasını alacağım.” Sanki bu alışverişte aktif olan taraf profesyonel kişiymiş ve doğum yapacak olan kadının kendisi ise pasif bir konumdaymış gibi. Sorgusuz sualsiz bir işbirliğine dayanan ve kadının güçsüz olduğu mitini devam ettiren bu sisteme meydan okumanın zamanı geldi.
Kadınların yaşadığı herhangi bir deneyimle ilgili bir şikayette bulunduğunuzda, size hemen bu sorunun ne kadar sıra dışı, az bilinen ya da nadir bir şey olduğu ve pek çok kadının ne kadar iyi durumda olduğu hatırlatılır. Bu odak kaymasını en iyi özetleyen sosyal medyadaki şu ifadelerdir: Her erkek tecavüzcü değildir! Her erkek cinsiyetçi davranışlara sahip değildir! Unutmayın, her erkek karısını dövmez! Kadınlar der ki, bir dakika, biz kadınlara saygı duyan çok yüksek orandaki harika erkekler hakkında konuşmak istemiyoruz; biz böyle olmayan diğer grup hakkında konuşmak istiyoruz. Ancak konu saptırılırken, asıl mesele çoktan sulandırılmış ve saldırganın bu süreçte kurban gibi görünmesi sağlanmıştır.
Bu saptırma taktiği doğuma ilişkin tartışmalarda da kullanılır. Rızanın alınmamasından, doğum sırasında kadınların gerektiği gibi dinlenmemesine veya doğum hizmetlerinde kurumsallaşmış kadın düşmanlığına kadar herhangi bir konuda şikayette bulunma girişimleri, sağlık çalışanlarının “Benim çalıştığım yerde böyle değil!” veya “Tüm ebeler/doğum uzmanları böyle değildir, genel ifadelerde bulunmamak önemlidir” gibi protestolarıyla karşılaşmaktadır. Bu nedenle, bu meselede odak noktamın bireyler değil, onların içinde faaliyet gösterdikleri sistemler olduğunu vurgulamak istiyorum. Kadın doğum hizmetleri, sorgulanması gereken bir sistemdir; sorgulanması gereken başka bir sistem tarafından ve onun içinde inşa edilmiştir: Ataerkillik.
Benzer şekilde, bazen de ‘işini doğru yapan’ harika erkekleri – ve aynı şekilde harika doğum bakımı sağlayan profesyonelleri – kutlamak için daha fazla şey yapmamız gerektiğine dair protestolarla da karşılaşıyoruz. Doğrudur, dünyada harika, rahatlatıcı, kadın merkezli ve kişiselleştirilmiş doğum bakımı sağlayan bazı harika ebeler, doktorlar, doğum birimleri ve kuruluşlar vardır – ve evet, doğru yapılanı övmek iyi bir şeydir. Ancak kadınların ihtiyaç duyduğu ve hak ettiği şeyleri sağlayanları gerçekten tekrar tekrar kutlamamız gerekiyor mu? Kadınlara saygılı davranan erkeklerin sırtlarının sıvazlanmasına gerek var mı? Hayır – onlar sadece, normal, olması gereken standart nezaket ve şefkat ölçülerinde davranıyorlar. Bunun için onlara madalya verilmesine gerek yok; benzer şekilde bu çalışmada onurlu, kadın-merkezli doğum bakımını övmek için sayfalar ayırmadım. Kadınları dinlemek, onları birey olarak önemsemek ve doğum odasındaki temel karar mercii olarak onlara saygı duymak, bir istisna değil, bir temel norm olarak görülmeye başlanmalıdır.
Günümüzde doğum meselesini doğru bir şekilde anlamıyoruz. Bu mesele önemlidir, çünkü doğum bir kadın ve eşi tarafından hayatlarının geri kalanında en ince ayrıntısına kadar hatırlanacak önemli bir insani deneyimidir. Doğum deneyimi üzerinde konuşulması kolay bir konu değildir, çünkü her kadın farklıdır ve farklı şeyler isteyecek, farklı şeylere öncelik verecektir. Buna ek olarak, halihazırda doğum yapmış ve travmatik ya da güçsüzleştirici deneyimler yaşamış kadınların tartışmaya getirdiği bir duygu ağırlığı vardır.
Doğum sürecinde müdahaleci yöntemlerin kullanımı günümüze giderek artmakta ve hepimiz bu konuda endişelenmeliyiz. Bu sadece benim kişisel görüşüm değil. Dünya Sağlık Örgütü gibi önde gelen kuruluşlar, hamileliğin nasıl izleneceği, ölçüleceği ve kontrol edileceğine odaklanarak doğumu tıbbileştiren yaklaşımların kadınların doğum yapmak konusunda gerçekte nasıl hissettikleri sorusunu tamamen gündem dışı bıraktığı ve potansiyel olarak onları hayatlarını iyileştiren bir deneyimden mahrum ettiği yönündeki endişelerini dile getirmişlerdir. Dünyanın en prestijli tıp dergisi The Lancet, genellikle yüksek gelirli ülkelerde görülen ve başlangıçta komplikasyonları yönetmek için tasarlanan tedavilerin artık aşırı düzeyde kullanmasından kaynaklanan “kısa zamanda çok fazlasını yapma” yaklaşımının kadınları doğumda kendilerini güçlü ve yeterli hissetmelerini sağlayacak bir fırsattan yoksun bıraktığına dikkat çekmiştir.
Ben ‘doğal’ ya da ‘fizyolojik’ doğumun feminist odak için kilit bir konu olduğunu düşünüyorum. Günümüzde bir kadının herhangi bir farmakolojik girdi olmadan bebek sahibi olduğu doğal doğumun çok nadir görülen bir şey haline geldiğini kabul etmeliyiz. Kadınların ‘yönetilmek’ yerine kendi içgüdülerine güvendikleri, vücutlarının yönlendirmelerini takip ettikleri ve belirli pozisyonlara yönlendirilmedikleri ya da ne zaman ve nasıl ıkınacaklarının kendilerine söylenmediği doğumlar ise daha da nadir. Bebeklerini bu şekilde doğuran, arka planda var olduğunu bildikleri sevgi dolu desteğe (ve gerekirse tıbbi yardıma) tamamen güvenen, ancak kendi iradeleriyle doğum yapmalarına imkan verilen kadınlar, bu deneyimden genellikle kendilerini cinsel, şehvetli güçlü, canlı ve kuvvetli hissettikleri hayat değiştiren bir an olarak bahsedenler. Onların hikayelerini dinlediğinizde, daha fazla kadın annelik eşiğini geçerken bu dönüştürücü güç desteğini alsaydı dünya ne kadar değişirdi diye düşünmeden edemiyorsunuz. Bunun yerine, kendinizi desteksiz, güçsüz ve travmatize hissettiğiniz bir doğum yapmak çok daha ‘normal’ hale geliyor. Bu nedenle, şu anda yok olmanın eşiğinde olan bu tür ‘basit’, ‘fizyolojik’ veya ‘doğal’ doğum deneyiminin kadınlar için değeri hakkında bir konuşmamızın hayati önem taşıdığını düşünüyorum.
Diğer taraftan, doğrudan vajinal doğum yapmak istemeyen veya yapamayan kadınlar hakkında da konuşmamız gerekiyor. Bir kadınla empati kurmanın, onu dinlemenin, kararlarına saygı göstermenin ve bunun hayatındaki olağanüstü bir gün olduğunu onurlandırmanın geçerli olmayacağı tek bir doğum senaryosu bile yoktur. Gerçekten de her doğum türünde gelişme sağlama imkanımız vardır. Bu konuda daha fazla bilgi edinmenin en iyi yolu yine kadınları dinlemektir. Sezaryen ve özellikle de genel anestezi altında sezaryen deneyimi yaşamış olanlarla konuşarak kadınların doğumda ne istediklerine dair çok şey öğrendim – bu genellikle iyileşilmesi ve atlatılması en zor doğum deneyimidir. Onlardan küçücük jestlerin çok önemli ve hayati farklar yaratabileceğini öğrendim. Örneğin, bilinci yerinde olmasa bile yeni doğmuş bebeği annesinin göğsünde fotoğraflamak için birkaç dakika ayırmak, annenin ömür boyu değer vereceği bir şey, yaşadığı travmaya karşı somut bir panzehir yaratacaktır. Kadınlar, bunu deneyimlemek için ‘orada’ olmasalar bile, bebeklerine dokunan ilk kişiler arasında olduklarını bilmenin kendileri için ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar dile getiriyorlar. Her küçük jest önemlidir ve her zaman daha iyisini yapabiliriz.
Bu çalışmanın temelinde iki radikal fikir bulunmakta. İlk olarak, doğum bir kadının hayatında gerçekten önemli bir deneyimdir ve kadınlara bunun ‘sadece bir gün’ süreceğini, ‘onurlarını kapıda bırakmaları gerektiğini’, çünkü ‘önemli olanın dünyaya sağlıklı bir bebek getirmek’ olduğunu söylemeyi bırakmanın zamanı gelmiştir. Bunlar, kadınlara, onların özerkliklerine ve duygularına saygısız, yirmi birinci yüzyılda yeri olmayan eski moda fikirlerdir.
İkinci radikal fikir, hamile kadınların doğum odasındaki en önemli karar verici ve en güçlü kişi rolüne yükseltilmesi gerektiğidir. Yıllardır kadınlarla doğum hakkında konuşan biri olarak size söyleyebilirim ki, bunun zaten böyle olduğuna dair sık sık güvence verilse de, gerçekte bu durum insanları huzursuz etmektedir. Bunu en açık şekilde kadınlar akıntıya karşı gelmeye çalıştıklarında -yönergelere uymayarak doğum yaptıklarında ya da standart protokolü veya yaklaşımı kabul etmeyi reddettiklerinde- görüyoruz. Bu kadınlar ve çoğu zaman ‘ne olursa olsun’ onların seçimlerini destekleyen sağlık çalışanları, genellikle büyük bir dirençle ve yaptırım ve hatta ceza riskiyle karşı karşıya kalmakta. Kadınların kendileri ve bebekleri için doğru seçimleri yapabileceklerine güvenen bir bilinç değişimine ihtiyacımız var. Bebeğinin iyiliğini düşünmeyen, yanlış bilgilendirilmiş, sorumsuz ve hatta ‘deli’ kadın imajının, kadınların kontrolünü meşrulaştırmak için kullanılan zararlı ve kadın düşmanı bir klişe olduğunu kabul etmeye ihtiyacımız var.
Size karşı dürüst olmalıyım: Kişisel olarak “tıbbi destek” almadan doğum yapmayı asla tercih etmem. Ancak, başka bir kadının bu seçimi yapma kararını tamamen ve sonuna kadar destekliyorum. Peki siz destekliyor musunuz? Çünkü hepimiz için doğum konusunda özgürlüğün anahtarının, kendimizin yapmayacağı, hatta ‘yanlış’ olduğunu düşündüğümüz seçimleri yapan kadınları desteklemek olduğuna inanıyorum. Kadınlara güvenmemiz gerekiyor. Ve giderek artan sayıda kadın, oldukça anlaşılır bir şekilde, kendilerini dinlemeyen, kendilerine saygı duymayan ya da güvenmeyen bir sistemde doğum yapmak istemiyor.
Bu makale Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile çevirilerek yayınlanmıştır.. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla teknolojikanneler.com ‘a aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.